Quentin Spencer Rodney Slytherin V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 23/05/12
| Konu: Quentin Spencer Rodney. Çarş. Mayıs 23, 2012 9:25 pm | |
| - Quentin Spencer Rodney - Quentin, bir yılan gibi sinsi aslan kadar cesurdur. Her zaman kendine güveni tamdır ve kararlarından emindir. Hırslı, azimli, sinsi, kötü, lider ruhlu, çapkın-azıcık-, asabi, açık sözlü gibi özellikleri de mevcuttur. Bağlama göre değişebilen bir kişiliğe sahiptir kısaca. - Çekirdek bir ailenin tek çocuğudur. Annesi de babası da seherbazdır ve birbirlerini severek evlenmelerine karşın aynı sevgiyi çocuklarına vermemişlerdir. Bunun net bir nedeni yoktur. Akabinde amcası küçük yaşta yanına almıştır. - ~:
Yazın kendini göstermeye başladığı günlerden birisinde, işlemeli camdan karaya boyanan dört duvarın arasına giren akşamüstü güneş ışınları, doğruca büyücünün gözüne ulaşmak istiyor lakin göz kapaklarını geçemiyordu. Bedeni huzura kavuşan bir beden misali, çift kişilik yatağın içinde seriliydi. Sıcaklık derecesinin yüksekliği nedeniyle, üzerinde bir şey bulunmayan büyücü yatağın içinde rahattı. Rüya veyahut kâbusların son bulmasından hemen önce bir kez daha döndürdü yatakta bedenini. Çıkık omurgasını güneşe dönerek, yüzünü gölgeye çekti. Uykusunun derinleşmesini umarak yaptığı bu hareketin akabinde birkaç dakika böyle durduktan sonra artık uyuyamayacağı kanısına varıp, gözlerini yeni bir güne açtı. Üzerinde yarıya kadar örtülü naylonu andıran büyük kumaş parçasını tek elini kullanarak, üzerinden kaldırdı. Ardından yatakta doğrularak sırtını dikleştirdi. Gerinmek için hamlede bulunduğunda göğsündeki kemikler birkaç saniyeliğine de olsa kendisini gösterdi akabinde tekrar etin arasında kayboldular. Yataktan ayaklarını çıkarıp, zemine çıplak ayakla bastı ve başının dönmesi ihtimaline karşılık, kalkmadan önce yaklaşık bir dakika pozisyonunu korudu. Kıvırcık saçlarını kafasıyla birlikte kaldırdığındaysa gözüne aniden ve doğrudan giren güneş ışığıyla gözlerini kıstı. Güneş ışınlarının gözlerine verdiği hasarın hesapsızlığına karşılık, ayağa kalktı ve aylak adımlarını pencerenin olduğu duvara yöneltti. Dışarıdaki manzaraya göz gezdirdi. Normal bir büyücünün görebileceğinden daha çok şey görüyordu. Işık, olduğundan fazlaydı. Aydınlığın kudreti. Yeşeren ağaçlar. Yeni nesil. Birçok somut ve soyut gerçeklik, zihninde raks etmeye başladığında başına bir ağrı saplandı. Bu karmaşanın arasından sıyrılıp, amacı doğrultusunda hareket etti ve elini pencerenin yanındaki uzun perdeye uzattı. Perdeyi yakalayıp sürükledi. İçeri dolan karanlık, kararındaydı. Saatin kaç olduğundan haberi yoktu; lakin pek erken olmadığının bilincindeydi. Dolabına ilerledi ve üzerine bir şeyler geçirdi. Saçlarındaki yağ oranını göz önünde bulundurmadan, üzerindeki gömleğin kol düğmelerini iliklerken odadan çıktı. Uzun koridora çıkan adımları, sarayın ihtişamlı, kan kırmızısı halıyla örtülü, geniş merdivenlerine ilerledi. Kollarındaki kaslar kendilerini dar gömlekte ifşa ederken, düğmeleri iliklemeyi bitirerek hızlı bir şekilde indi merdivenleri. Bugün her şeye rağmen havasındaydı ve kimsenin sinirini bozamayacağından neredeyse yüzde yüz emindi.
“Caspian, ben de seni bekliyordum.” Adımları henüz salona varmıştı ki, kendisini kucaklayan sözcüklerin sahibi beden dayısına aitti. Çehresini kalın tınılı sesin geldiği yöne çevirdi. Beklediği gülümsemeyi karşısındakinden alamadığında, yüzüne vurmak istercesine sırıttı. İletişime dahil olmadan önce, başını öne eğerek kıkırdamıştı da. “Ben seni beklemiyordum, amca.” Sonunda karşısındaki bedenin çehresinde aradığı şeyi bulmuş ve yüzündeki gülümsenin çapını kısaltmıştı. Amcasının yapacağı onca işin olduğuna emindi; lakin bunu onun yerine yapacak adamlara sahip olduğundan da emindi. “Seninle konuşmam gerekiyor, otur hadi.” Adamın işaret ettiği yere gözü kaydı ve bedenini serdi. Gözüne rahatsızlık veren bir maddenin varlığını hissettiğinde eli bir kereliğine gözüne gitti; lakin aradığını bulamayınca bir kez daha elini kaldırmaya tenezzül etmediğinden verdiği rahatsızlığa dayandı. “Evet, Headon, yoksa benimle yine kardeşim hakkında mı konuşacaksın?” Sorusunun son bulmasıyla bir cevap alacağını düşünüyordu; lakin bu gerçekleşmeyince kardeşiyle ilgili olduğunu anlaması kolaylaşsa da yüzündeki tebessümün genişlemesi yerine ciddi bir ifadenin doğuşuna sebep oldu. “Caspian biliyorsun o senin kardeşin olduğu kadar rakibinde ve-” sözünün kesilmesine sebep olan şey, genç Dieudonné’nin iğneleyici bakışları ve ardından dişlerinin arasından tıslama misali çıkan haykırış niteliğindeki kelimelerdi. “Headon, iyiliğimi istediğini biliyorum; lakin her gün aynı şeylerden bıktım gerçekten. Bugün, sadece bugün bana izin ver.” Çok kelime sarf etmediğinin farkında olsa da çoktan nefes nefese kalmıştı bile. Kendisine bakan gözlerin sahibi bedenin kızgın olduğunun farkındaydı; lakin bugün kendi arzuları doğrultusunda ilerlemek hususunda kararlıydı. Çatık kaşlara gidip geldi gözleri. “Ben çıkıyorum, görüşmek üzere.” Dedi ve hiç düşünmeden adımlarını malikânenin çıkış kapısına yöneltti. İçinde yanmaya başlayan öfkenin kaynağı, zihninde yanmaya başlayan düşüncelerdi. Kafa dağıtmaya ihtiyacı vardı ve bunu nerede yapacağından emindi. Güneşin batmasını beklemeden cisimlendi.
Cisimlenene kadar geçen sürede, güneş kayboluvermişti. Bu, sebepsiz bir rahatlama yarattı büyücüde. Kovboy filmlerini andıracak nitelikte dizayn edilen mekâna ayak bastığında gözleri etrafı süzdü. Henüz yeni yeni dolmaya başladığı anlaşılan içki sahasına attı kendini. Barmenin önündeki yüksek ve sırtı dayamaya demir bulunmayan sandalyeler yerine arka taraftaki özel masalardan birine yerleşti. Bir metre uzağındaki barmene seslenerek bira istediğini söyledi. İçmek, düşüncelerinin dağılmasına umuyordu ki, iyi gelecekti…
Kulak kepçesinin etraftan topladığı ses demetlerinin sayısı, geçen dakika ile artıyor ve gürültüye kaynaklık ediyordu. Kambur biçimde oturduğunu fark ettiğinde, doğruldu. Sırtını, üç dik ve üstlerinde onları koruyan yassı sütunun oluşturduğu sırtlık kısmına dayarken; gözleri etrafı süzdü. Henüz geleli pek bir zaman geçmemesine rağmen, içeriye dolan bedenler; zamanın hızlı ilerlediği görüntüsünü veriyordu. Bir sürü çehre, gecenin tutkusuna kapılıp, eğlence kahkahalarını ifşa ediyorlardı dudak aralarından. Onlardan biri olmak için neleri vereceğini düşündüğünde büyücü, gerçekten her şeyi verebileceği yanıtını da verdi kendisine. Normal bir büyücü olmanın değerini bilmediklerinden de emindi. Bu tür şeyler gibi birçok şeyde elindekinin varlığının bilincinde olmayan taraf, karşı tarafı kıskanıyordu. İşin ilginç tarafı, akabinde kendisini onun yerinde bulduğundaysa yerini yadırgıyordu. Bu sayede kişi hayattan bir ders daha alıyordu… Sandalyeyi geriye doğru hareket ettirdi ve tek ayağı dışındaki üç ayağı, yerden kaldırdı. Gözleri, teker teker bedenleri süzmeyi sürdürürken; elini masaya uzatıp, geniş tabanlı kısa bardağı parmaklarıyla kavradığında dudaklarına götürdü. Şeffaf sarı sıvının dudaklarına çarptığında verdiği serinliğin akabinde boğazından akıp gitti. Verdiği tadın kötülüğüne rağmen, bunu herhangi bir ifadeyle ifşa etmedi. Olayın tekriri esnasında, gözleri bedenlerden ayrılmıyordu ki yanına birinin geldiğini fark etmedi. “İddiaya girerim, bugün içkiyi fazla kaçıracaksın.” Gürültünün arasında kulağına varan bu cazibe dolu ses, başının sesin geldiği yöne çevrilmesine sebep oldu. Bu mekânda herhangi bir kılıkta cadı görmek imkânsız olmasına karşın, Jason’u bu kızı nasıl aldığına şaştı. Gerçi fiziğinin olağanüstülüğü ve üstün ikna yeteneğine sahip olduğunu düşündüğü sesiyle Jason’u kandırmış olabilirdi. Düşüncelerinin arasından sıyrılıp, gerçeğe döndüğünde gözlerinin karşılaştığı bedene karşılık vermeyi unutmadı. Başını hafifçe aşağı indirdi ve dişlerini dudaklarının arasından ifşa ederek kıkırdadı. Akabinde sandalyenin ayaklarını tekrar yere indirerek başını kaldırdı. Tam bir şeyler söyleyecekti ki, tekrardan cadı devreye girdi. “Seni aldattı mı?” Kızla beraber kıkırdadı. Başını çeviren cadının baktığı yere çevirdiğinde gözleri, Jason’la karşılaştı. Dostunun çehresiyle uzun zamandır karşılaşmadığı gence tebessümünü sunduğunda kız çoktan bir sandalye çekmiş, Caspian’a bakıyordu. Garsonluk yaptığı tepsiyi bir kenara bıraktı. Amacının ne olduğunu merak etmekteydi.
Garson cadının dudaklarından süzülen son kelimeler, büyücünün zihninde tekrir ettiğinde tek kaşını kaldırarak dudaklarını araladı. “Halim o kadar kötü gözüküyor yani, gerçekten?” Kelimelerinin sona ermesiyle birlikte kıkırdaması tekrir etti. Kızın kendisini seçmiş olmasının nedenini merak etmesine rağmen, kafasını dağıtmak için geldiğini hatırlattı kendine. Belki de bu kız, bunu sağlayabilirdi. Eğer bunu yapmak istiyorsa, yapması gereken bariz bir şekilde açıktı; bu yüzden kendine kurallar koydu büyücü. “Aldatılacak birine mi benziyorum peki? O kadar mı kötü fiziğim?” Bu sefer kıkırdamak yerine, gülümsedi ve cevap bekleme faslına tamamen geçti.
-Başka bir sitede yazdığım, süren bir role play'dir.
-Mümkünse slytherin olmak istiyorum. | |
|
George Crownie İksir Profesörü
Mesaj Sayısı : 78 Kayıt tarihi : 23/09/09 Yaş : 32 Nerden : Yalova
| Konu: Geri: Quentin Spencer Rodney. Çarş. Mayıs 23, 2012 9:27 pm | |
| | |
|