Love's Mischief RPG Kalabalığın sesine kulak ver. Karanlığın orada olması an meselesi. |
|
| Bakanlık Alımları | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
Ysebel Moore Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 101 Kayıt tarihi : 17/05/12
| Konu: Bakanlık Alımları C.tesi Mayıs 19, 2012 7:05 pm | |
| Karakterin; Adı / Soyadı: Rpg Deneyimi: İstenilen Mevki: Örnek Rol Oyunu: | |
| | | Lilian Crownie Sihir Bakanı Müsteşarı
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 18/05/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Çarş. Mayıs 23, 2012 9:18 pm | |
| Lilian Crownie 3 yıl oldu saaaanırım. Sihir Bakanı Müsteşarı- Şimdi, şöyle ki bir sene önce falan yazdığım bir rp kendisi. Öyle yani.:
Londra 21.40
Karanlığın hâkimiyeti altına aldığı, yıldızlar ve ayın parıldayarak biraz olsun aydınlatmaya çalıştığı gökyüzü, yer küreyi bir çarşaf misali örtüyordu. Evlerin pencerelerinden dışarıya yansıyan ışıklar, ton farklılıklarıyla adeta renk cümbüşü oluşturuyorlardı. Birkaç kedi birbirleriyle dalaşıp, katlanılması imkânsız mırıltı seslerini çıkarıyorlardı. Mart ayının çoktan geçmiş olması, bu mırıltıların cilveleşmek amacıyla yapılmadığının göstergesiydi. Çeşitli desenlere sahip taşların varlığını koruduğu yol boyunca yürüyen insanların ayak sesleri, gecenin huşu içinde ve sabırla güneşin doğuşunu bekleyişine gölge düşürüyordu. Sokak lambaları, etrafı aydınlatmak konusunda kararlı değildi, belli bir düzene oturmamış aralıklarla sönüp, tekrar yanması olağan bir hâl almıştı. Arada sırada esen rüzgârın uğultusu onu duyabilecek herkesin kulaklarını dolduruyordu. Sessizliğin hüküm sürdüğü odasının içinde volta atarak babasıyla konuşurken kullanacağı kelimeleri seçmekteydi, genç cadı evinin dışında tüm bunlar olurken. Özenle konularına ve kurgularına göre kategorilere ayrılmış kitapların bulunduğu rafların çepeçevre sardığı odaya, açık renk maviydi ancak insanın gözünü yormayan tam aksine ruhtaki ve bedendeki negatif enerjiyi alarak, bedene ve ruha huzuru işliyordu. Bir ileri, bir geri yürümekten başının döndüğünü, beyin hücrelerindeki hafif ağrıyı hissettiğinde fark etmişti. Kuracağı cümleleri iyice oturttuktan sonra, odasının beyaz renkteki ahşap kapısını sağ eliyle açarak koridora adımladı. Yavaş ve kendinden emin gözükmeye çalışarak ilerledi, Rovena kızı, Attığı her adım diğerini takip ediyordu. Alt kata inmek için merdivenlere geldiğinde adımlarını biraz daha yavaşlattı. Sakin, sakin indiği basamaklardan, son birkaç tane kalmıştı ki işittiği sesler durmasına sebebiyet vermişti. Babasıydı kulaklarına dolan ilk kalın ve tok sesin sahibi. Yaşının getirisi olan bir kalınlıktaydı ses. Sunset’in her zaman şahit olduğu sevecenlik yoktu bu defa. Daha çok bir tartışma içinde takındığı tondu, duyduğu. Hararetli bir şekilde laf dalaşına girdiği kişinin kim olduğu konusunda bir fikri olmayan cadı, yüzünü dahi görememişti varlığını evinin salonunda sürdüren kişinin. Ancak sesinden cinsiyetini anlayabilmişti. Bir kadına ait olan ince ve karşısındakini büyüleyen bir tona sahip olan sesi daha önce duymamıştı. Kuzgun, öyle varsayıyordu en azından.
Tek istediğim Sunset’i görmek, Charles. Neden buna karşı çıktığını anlayamıyorum. Birkaç dakikalığına yalnızca…
Zihninde tekrarlanan bu kelimeler, cadıyı şaşırtmıştı. Adını duymuş olmanın verdiği şoku yaşıyordu kuzgun. Sesini işittiği kadının neden onu görmek istediğine dair pek bir fikri yoktu. Aslında, hiçbir fikri yoktu. Olayları tam olarak algılayabilmek, çözebilmek için sessizliği bir süre daha korudu bulunduğu yerde. Kadının söylediklerine, babasının vereceği cevap gecikmemişti. Her şeye mantıklı bir açıklama ve sebep sunan babasından aldığı özellik yalnızca garip bir yapıya sahip çenesi olmamıştı. Babası kelimeleri sarf ederken sesi bu defa daha sert çıkmıştı.
“Sebebini bilmemene şaşırıyorum, Holly. Bunca zaman boyunca arayıp sormadığın, annelik yapma gereği duymadığın kızını şimdi gelip görmeye kalkışarak onda yaratacağın psikolojik hasarı tahmin edemiyorsun, değil mi? Bencilliğini kaybetmemişsin. Sana ihtiyacı olmadı, bu saatten sonra da olacağını sanmıyorum. Git, yalnızca git, Holly!”
Annelik yapma gereği duymadığın… Bu kelimeler kafasının içinde defalarca yankılandı, her bir kelime tek, tek baskı yaptı beynine. Aşağıda duran kadının, onun yeryüzündeki varlığını sağlayan annesi olduğuna inanmak istemiyordu cadı. Şu yaşına kadar varlığını kabullenmemişti asla, söz etmemişti kimseye ondan. Soran olursa konuyu değiştirmişti. Babasıyla birlikte bu şekilde kaçmışlardı gelecek olan sorulardan. Kimse üstelemeyi uygun görmemişti belli ki. Charles ve Sunset arasında bile konuşması geçmemişti, hayatlarından uzun zaman önce çıkan kadının. Olduğu yerde kaldı kısa bir süre genç kuzgun. Varlığını hisseden olmamıştı daha. Konuşulanları da duyabilecek kadar odaklanmış değildi. Ne odasına geri döndü, ne de sözde annesinin yanına gitti. Babasıyla konuştuktan sonra yapacağı şeyi yaptı. Benliğini bulduğu yere, sevgilisinin yanına cisimlendi.
Monako 22.00
Saat farkının fazla olmayışı, Monako’da da karanlığın hüküm sürüyor olmasından belli oluyordu. Monako Prensliğinin Allison ailesine ait oluşu malikânenin sahip olduğu şairane ihtişamdan ve her yerde kol gezen korumalardan anlaşılabiliyordu. Bu tür şeylere aldırış etmedi, fakat bu derece pohpohlanmaya rağmen sevgilisinin bu tür şeyleri asla dile getirmeyişi ya da şımarıklık gibi onu alçaltabilecek şeyler yaratmış olmayışı cadıyı şaşırtmıştı. Güvenebildiği nadir insanlardan birisi olan sevgilisinin büyüdüğü yerde olmak garip bir duyguydu. Ailesiyle birlikte bu malikânede yığınla anısının olduğu düşüncesi dahi cadıya garipsenecek türden bir mutluluk vermişti. Kendisi belki de o kadar çok şey yaşamamıştı ve bunun burukluğunu hissetmemişti. Zor bir hayatı olmuştu. Annesi, babasıyla birlikte gezen yaşıtlarını gördükçe onlara imrenmişti daha çok. Babasının söylediği birkaç kelimede gerçeklik payı yoktu. Sana ihtiyacı olmadı. Varlığını ona hissettirmesini, onu sevdiğini söylemesini, beraber bir şeyler yapmalarını istemişti onu dünyaya getiren kadınla. Yeri geldiğinde onunla sırlarını paylaştığı bir arkadaş gibi olmasını, yeri geldiğinde yanlışlarından dolayı onu uyaran bir anne profili istemişti. Bay Walker’a göre asla öyle olmamıştı durum. Kızı, her şeyini onunla paylaşmış, hataya yapmayacak kadar mükemmel bir evlat olmuştu. Sakladığı şeyleri anlamasını engelleyecek kadar iyi bir yalancı olabilmeyi başarmıştı Rovena kızı. Kafasını yanındaki büyücüye çevirdi. Büyücünün gözlerinin içleri parlıyordu adeta, bunu rahatlıkla görebiliyordu cadı. Onun sevgisini hak ettiğini düşünmemişti asla. O kadar iyi bir insan olduğuna inanmadı hayatı boyunca kuzgun. Ondan bile gizledikleri şeyler vardı. Anlatamayacağı, anlatırsa Xavier’ın onu yargılayıp, hayatından çıkarmasına sebep olacak kadar büyük şeylerdi belki de. Sunset kestiremiyordu bunları, değer biçemiyordu sırlara. Korkuyordu, esiri olmuş gibiydi o lanet duygunun. Bu gece ise aralarında olacak muhtemel şeylerden şüphe duyulmuyordu, ya olmazsa diye korkulmuyordu. Tüm çıplaklığıyla bedeni sevgilisinin gözlerinin önünde olacaktı. Hiçbir şeyden sonucunu görene kadar emin olmayan cadı bile bundan şüphe duymuyordu. Daha önce bir erkekle bu denli ileri gitmemiş oluşu bile onun gözünü korkutamıyordu. Yalnızca sevgilisine ait olacaktı, Xavier’da ona adayacaktı kendini. Aralarındaki tüm engeller kalkacaktı, tek bir beden olup birbirlerini olan aşklarını pekiştireceklerdi bu sayede. İç sesini meşgul eden düşüncelerden sıyrıldığında bahçeyi geçip çoktan Xavier’ın odasına giden merdivenlerden çıkmaya başlamışlardı. Düşüncelere öyle dalmıştı ki büyücünün kol kasları bile dikkatini pek çekememişti. Böyle bir şeyin olması normal değildi haliyle. Kaslı erkeklere karşı zaafı olan Sunset için öyleydi en azından. O esnada işittiği sesi, Hogwarst’da birkaç defa duyma şerefine nail olmuştu. Brandon? Kimin olduğuna pek aldırmadı cadı, tek istediği sevgilisiyle yalnız kalıp, evinde yaşadıklarını bir anlığına da olsa unutmaktı. Kalın, soluk kırmızı dudakları dolgun dudaklarına baskı yaparken hissettiğinde, şehvet ve tutku başlamıştı bile. Aynı zamanda hissettiği arzu, cadının sevgilisi tarafından istendiğini anlamasını sağlamıştı. Birkaç dakikanın ardından odaya varılmış, içlerinde arzunun tavan yapmasına ramak kalmıştı. Odanın kapısının açılmasıyla birlikte Xavier’ın sarf ettiği kelimeler cadıyı mutlu etmişti. Onu sahiplenişi, sahip oldukları şeylerin ortak olduğunu dile getirişi her genç kızın yüreğini okşayacak şeylerdi. Gözlerinin daha da parıldadığına emindi Rovena kızı. Elleri, sevgilisinin elleriyle buluştuğunda kulağına tanıdık iki kelime çalındı. Seni seviyorum. Poseidon’un hüküm sürdüğü denizlerin maviliğine sahip etkileyici gözler, kuzgunun yosun yeşili gözlerine mühürlendi. Saf ve huzur dolu bir duyguyla sarılmıştı bedeni Rovena kızının. Bir süre öyle kalınmasının ardından, kalbindeki ritimsizliğin sebep olduğu nefes alış verişlerdeki düzensizlikle birlikte heyecanın tavan yapmış oluşu cadının sesine yansımamıştı.
''Beni bırakma.'' ''Sen neden bahsediyorsun?'' ''Beni bırakma sadece.'' "Sen bana aitsin. Bunu aklına sok, benimsin.''
Ufak, tartışmamsı konuşmanın son bulmasıyla genç büyücü daha fazla beklemek istemediğini kuzgunu yatağa çekerek göstermişti. Etrafa göz atacak vakti olmamıştı cadının, tüm dikkatini sevdiği büyücüye vermişti. Mumların ortama verdi loş aydınlık sayesinde birbirlerine rahatlıkla görebiliyorlardı. Yatağa uzanmıştı, olacakları bekliyordu Sunset. Sevgilisinin ona her dokunuşunda bedeni alev almışçasına yanıyor, vücut ısısı yükseliyordu. Arzuları gerçekleşecekti nihayet, her yakınlaşmalarında o raddeye kadar gelip, öylece kalmak canlarını sıkmaya başlamıştı. Birbirlerine ait oluşlarını bu şekilde taçlandıracaklardı. Xavier, üzerine giydiği beyaz, ince gömleğin düğmelerini açmaya başlamıştı. Her bir düğmenin açılmasıyla büyücünün karın kasları kendini gösteriyordu. Cadının kendini kontrol etme yetisi yavaşça kayboluyordu böylece. Zaafı baş gösteriyor, geri kalan her şeyi boş vermesine neden oluyordu. Gömlek, büyücünün kollarından kayarken cadı kasların etkisine girmişti. Hayallerindekiyle, gerçeğin bu denli uyuşuyor olması kendisini hoşnut etmişti. Üstsüz sevgilisinin, ona sokularak öpmeye başlayışı şehvet ve tutkunun diğer duyguların arasında sivrilmesini sağlamıştı. Bedenine değen çıplak vücut cadının daha önce hissetmediği şeyleri hissetmesine neden oluyordu. Onu daha önce bu denli arzularının esiri yapan birisi olmamıştı hayatında. Aaron bile başaramamıştı bunu. Dudaklarındaki baskı yok oldu bir anda, Xavier bir şeyler söylemişti. Sunset’in içinden ‘konuşmayı bırak, işine bak’ demek gelmiyor değildi, fakat söyleyeceği şeylerin aynı yatağın içinde olduğu büyücünün hoşuna gitmesi gerektiğini biliyordu. Çok geçmeden cevap verdi sevgilisine.
“O, bildiğimiz günahlara girelim, sevgilim.”
Söylediklerinin ardından tekrar büyücünün kalın dudaklarına bastırdı dolgun dudaklarını.
En son Lilian Crownie tarafından Çarş. Mayıs 23, 2012 9:21 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | Aphrodis Audrey Phyllis Slytherin V. Sınıf | Yönetici
Mesaj Sayısı : 94 Kayıt tarihi : 18/05/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Çarş. Mayıs 23, 2012 9:19 pm | |
| Kabul edilmiştir, rütbeniz veriliyor.
| |
| | | Mathias Montaine Seherbaz
Mesaj Sayısı : 3 Kayıt tarihi : 23/05/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Çarş. Mayıs 23, 2012 10:29 pm | |
| Mathias Montaine Bu yaz sekizinci yılım olacak. Seherbaz - Spoiler:
Rüzgar esintileri, odanın içine dolmuş olan kokuşmuş havayı dışarı atıyor, temiz havayı içeri sürüklüyordu. Güneş ışıkları ise odayı aydınlatıyordu ve uyanması gereken kişinin gözlerinin içine parlıyordu. Anka’nın alevi ve doğanın büyüsüyle birleşmiş olmalı ki gözüne temas eder etmez uyandırdı, büyücüyü. Kış uykusundan uyandırılmış kutup ayısı kadar hırçın ve vahşiydi. Yatağından bir çırpıda kalktı. Her sabah uyandığında ilk yaptığı şey ellerini yıkamak olsa da bu sabah değildi. Belki de bunun sebebi yıllardır ilk kez gün ışığıyla uyanmış olmasıydı. Güneş ışıklarının nostalji kokan penceresinden odasına süzülememesi için koyu renk yaptırdığı perdeleri orta noktada birleştirdi. Yıpranmaya yüz tuttuğunu düşündüğü eline baktığında, zamanı yenmeyi başarmış genç görünümlü bedenini gördü. Eski Londra saraylarından hediye olarak kendisine yollanmış büyülü dolabının yanına gitti ve ilk dersi için giyineceği kıyafetini aldı. Çok geçmeden kişisel ihtiyaçlarını giderdi ve özenle hazırlanmış kıyafetlerini giyindi. Hogwarts’ta ona ayrılmış odasından çıktı ve belirsiz çizgilerle süslenmiş kapıyı kendine doğru çekti. Sonunda odasından çıkabilmişti ve gizemli koridorlarda seyahati başlamıştı. Dersliğine giden yolda gördüğü portreler canlıydı ve sürekli büyü dünyası hakkında konuşuyorlardı. Konuşmalar ise fısıltılar halinde portrelerden portrelere yayılıyordu. Bir çoğunun çerçevesi saf altından yapılmıştı. Altınsa zenginliğin ve gücün sembolünden başka bir şeyi simgeliyor olamazdı. Zamanın büyücüleri gerçekten bolluk içinde, tedirginlik duygusundan çok uzakta yaşıyordu. Yüce büyülerle şereflendirilmiş merdivenler ardı ardına yer değiştiriyordu ve düzen hiç bozulmuyordu. Büyücü, merdivenlerin parlak korkuluklarına dokunduğunda pürüzsüz bir yüzey hissedeceğini umuyordu ancak umduğunu bulamadı. Korkuluklar toz kaplı ve rahatsız edecek kadar pürüzlüydü. Düşünceler diyarına dalmışken büyücü, merdiven çoktan altıncı katın geniş koridoruna ulaşmıştı. Turuncu renginin biraz daha açık tonundan döşenmiş taban taşları büyülü bir görünüm yaratmıştı. Şifre Bilim’i dersliği için ayrılmış olan dersliğe ulaşmıştı sonunda. Karşısında rengi koyu tonlarına çalan kocaman bir kapı vardı. Elleriyle kapıya açılması için baskı uyguladı ve o kocaman kapı açılıverdi. Bir an da kendisini dersliğin içinde bulmuştu, büyücü. Dersliğin döşemeleri Hogwarts’a göre daha farklıydı. Siyah üstüne beyaz noktalarla desenlendirilmiş mermerlerle döşenmişti tüm derslik. Yavaş adımlarla kara tahtanın önüne doğru geldi ve etrafa göz gezdirmeye başladı. Tahtanın karşısındaki duvarda boydan boya şifre bilimiyle ilgili kodlamalar, protokoller yer alıyordu.
Derin düşüncelerinden sıyrıldı acemi profesör ve sınıfta olan öğrencilerin farkına vardı. Öğrenciler onun gözünün içine bakıyordu adeta. Profesör, öğrencilerini biraz daha bekletmek düşüncesiyle öğrencileri kesiyordu gözleriyle. Ravenclaw, Slytherin, Gryffindor ve Hufflepuff binalarından bir çok öğrenci vardı. Ravenclaw öğrencileri kendinden emin duruşlarıyla etkilemişti profesörü ancak Gryffindorlular da onlardan eksik kalmıyordu bu konuda. Profesör suskunluğunu bozarak hafif bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “ Merhaba. Ben sizin yeni profesörünüzüm. Bundan sonra hep birlikte şifre biliminin inceliklerini inceleyeceğiz. Benimle ilgili bilmeniz gereken tek şeyin ismim olduğunu düşünüyorum. Adım Mathias. İsmimi de öğrendiğinize göre derse başlayabiliriz arkadaşlar. ” Öğrenciler profesörün bu net tavrı karşısında şaşırmışlardı. Yüzlerindeki şapşalımsı ifadeden de anlaşılacağı gibi. Profesör, şaşkınlıklarını gizlemeyen öğrencilerine net ses tonuyla bir şeyler söyledi. “ Sizin benim hakkımda sormak istediğiniz bir şeyler var mı? ” Slytherinli bir öğrenci doğası gereği olsa gerek söz alarak profesörü aşağılamaya niyetlendi. Yüzündeki sinsi ifadeden de belli oluyordu bu amacı. Yavaşça ayağa kalktı ve sözlerini bir çırpıda söyleyiverdi. “ Profesör, siz yeni mezun olmuş bir öğrenci olarak buradasınız. Bize öğreteceğiniz şeyler ne kadar tecrübeli bilgiler olabilir ki? ” Profesör hafifçe gülümsedi ve öğrencisinin sorusuna yanıt verdi. “ Emin ol, eksiklik hissetmeyeceksiniz. Başka sorunuz olacağını düşünmeyerek derse başlıyorum. ” Öğrencilerin oturduğu tahta sıraların arasında bir kaç tur atarak kara tahtanın başına geldi, genç profesör. Tahtaya eline aldığı beyaz tebeşir denilen yazı aracını aldı ve bir kaç kelime yazdı. Bu sözler ‘ Mısır ve Julius Caesar ’dı. Genç büyücüler profesörlerinin yazdığı bu kelimelere şaşırmıştı. Çünkü şifre bilimiyle olan bağlantılarını çözememişlerdi. Profesör çok geçmeden anlatmaya başladı. “ İlk şifreleme olayı Mısır’da gerçekleşmiştir. Mısır’ın yerel alfabesi olan hiyeroglif yazısının standart halinin dışına çıkılarak bu işaretleri bilmeyen kişilerin anlamayacağı hale getirilerek yazılmıştı. ” Tarihe yapılan soyutsal yolculuk başlamıştı bile. Tüm öğrenciler zihinlerinde canlandırıyor denecek kadar olmasa bile bazı öğrenciler dikkate alıyorlardı ve zihinlerinde somutlaştırmaya çalışıyorlardı. Profesör dersin anlatımına devam ederken derslik içerisinde yürümeye devam ediyordu. Anlatımına nokta koyduğu yerden anlatmaya devam etmeye başladı. “ Gelelim, Julius Caesar’a. Roma Devlet’i iç ve diğer ülkelerle haberleşmede gizli tutulması gereken bilgilerin iletimi sırasında şifreli mesajlar gönderiliyordu ve böylelikle bilginin gizliliği korunmuş oluyordu. ” Belli bir süre konuşmanın etkisiyle dudakları kurumuştu profesörün. Biçimsiz masasının başına giderek masanın üstünde duran bir bardak dolusu suyu tek yudumda içiverdi. Susuzluğunu giderdikten sonra göz ucuyla kolundaki gümüşümsü renkle bütünleşmiş saatine baktı. Ders süresi neredeyse bitmek üzereydi. Dersinin bitimine son birkaç dakikasını ödev vermekle geçirdi. Öğrencilere ödevlerini verdikten sonra gülümseyerek, veda etti. “ Bugünlük dersimiz bu kadar. Diğer dersimizde görüşmek üzere. ” Yavaş adımlarla derslikten çıktı ve gölgelerin hakim olduğu koridorda gözden kayboluverdi.
| |
| | | Ysebel Moore Ravenclaw V. Sınıf
Mesaj Sayısı : 101 Kayıt tarihi : 17/05/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Çarş. Mayıs 23, 2012 10:42 pm | |
| | |
| | | Ivy Ioannidis Sihir Bakanı Sekreteri
Mesaj Sayısı : 1 Kayıt tarihi : 11/06/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Ptsi Haz. 11, 2012 11:05 pm | |
| Adı / Soyadı: Ivy Ioannidis. Rpg Deneyimi: 4 yıl. İstenilen Mevki: Sihir Bakanı Sekreteri. Örnek Rol Oyunu:- Spoiler:
Güneş batıyordu. Ona ulaşmak için birbirlerinin üzerlerine çıkan arsız ve azgın dalgalara sadece yansımasını bırakıyor ve böylece gölün kıyısına bir mürekkep gibi süzülerek taşınmayı başarabiliyordu. Güneş bile bencildi. Kendi gizeminden vazgeçmektense kendisine, hatta hiçbir şeye ait olmayan, tamamen yanıltıcı bir görüntüyle dalgaları ve dolaylı olarak da insanları kandırıyordu. Buna dalgalar, ağaçlar, hayvanlar ve hatta onu konaklayan gökyüzü bile kanabilirdi; fakat Joana bir oyunbozandı. Nerede bir hata, nerede bir düzenbazlık olsa bunun kokusunu çok uzaklardan alırdı. İnsanlara olan güvenini ise kılı kırk yararcasına kazanırdı ancak, ki böyle bir durumda güneşin evrene oynadığı oyunu ilk fark eden kişi kendisinden başka kimse olamazdı. Yüzünü yalayıp geçen rüzgâr, sevgilisini korumaya çalışan bir adamın cevabı olmuştu sanki. Esintiyle uçuşan ve birbirine karışan dalgalı saçlarını öylece savurdu rüzgâra karşı. Bana bir şey yapamazsın diyordu tavırları, bana kimse bir şey yapamaz. Bana kimse zarar veremez, bugüne kadar vermedi ve bugünden sonra da veremeyecek. Aralık ayını aşikâr eden havanın soğukluğu iliklerine işlemişken biraz daha sarıldı üzerindeki hırkaya. Gölün hemen kıyısında çimlerin üzerine oturmuş ve ayaklarını uzatmış durumdaydı. Ellerini toprağa sabitlemiş ve onlardan aldığı destekle arkasına hafifçe yaslanmıştı. Gölün büyüleyici güzelliğinden kamaşan gözlerini ara sıra kapatıyor ve esen rüzgârın sesine kulak veriyordu. Saatlerce bu halini koruyabilecek hevesteydi.
Bir anda tüm büyüyü bozan bir ses ulaştı kulaklarına. Annesinin duygudan yoksun ve pürüzsüz sesi. Gözlerini açmaya korktu, bu bir hayal ya da sanrı değildi. Bu, o hep kaçmak istediği anılarından yalnızca biriydi. Yaklaşık iki metre ilerisinde küçük bir kız gördü, bir eliyle bukleler halinde omuzlarından aşağı dökülen sarı saçlarını geriye doğru savururken diğer eliyle giydiği camgöbeği rengindeki kabarık elbisenin eteğini yerlere sürünüp kirlenmesin diye biraz yukarıda tutmayan çalışan altı yaşında bir çocuk. Halinden çok memnun görünmüyordu, hatta güldüğü zaman tüm insanları kıskandıran güzelliğe bürünen sureti olabildiğine ifadesizdi. Joana’nın az önce duyduğu ses yeniden tekrarladı kendisini ama bu sefer bunu duyan sadece Joana değildi. Küçük kız ve Joana, ikisi de aynı zamanlarda arkalarını döndüler ve ona baktılar. Sebeb-i felaketlerine. Bakışlar birbirine çakılı kaldı ve Joana, aynı kendisinde olduğu gibi içinde üç renk barındıran iki göze bakakaldı. İşte o anda bedeninin bir anda ayaklarından başlayarak yukarı doğru buharlaşıp yok olduğunu hissetti. Şimdi ise dünyaya o küçük kızın bedeninden bakıyor, onun düşündüklerini duyabiliyor, duygularını kalbinin en derinliklerinde hissediyordu. O küçük kız aslında Joana’ydı, sadece onun dokuz yıl önceki haliydi. Bakışlarını keskinleştiren annesinin yanına yaklaşmasını izledi, ondan kaçıp saklanılabilecek bir yer yoktu, nereye saklanırsa saklansın o bulup çıkarırdı yine. Moral bozukluğu ile kendini yere bıraktı, bu davranışına fazlasıyla kızılacağını bilmesine rağmen yaptı bunu. Elbisesi kirlenmişti, elleri kirlenmişti, ruhu kirlenmişti. Annesi yüzünden, yaptığı tek ve küçük bir hata bile ömür boyu sürecek vicdan azabını doğuruyordu onun için. Kişiliğinde bir leke, kalbinde bir yara, ruhunda ise bir çentik daha beliriyordu bu anlarında. “Doğru olanı yapıyorsun.” Annesinin kimseyi kale almıyorum bakışları yerini ilgili annenin destekleyiciliğine bırakmıştı. Güneşin bıraktığı sahte izlerin barizliği kadar yapmacıktı sesi ama. Rol yeteneği burada sınırlıydı kadının, iyi kalpli insan olmayı becermeyi bırak bunu istediğinden bile emin değildi. Joana küçük bedenine sıkışıp kalmış öfkeyi biraz daha kilit altında tutmayı tercih etti. İçinde kopan fırtınalara rağmen yüzündeki umursamazca kıvırdığı burnu büyük tezatlık oluşturuyordu.
“Doğru olduğunu umduğum şeyi yapıyorum.” Elbisesine bulaşan çamurun oluşturduğu desen ona, onun küçük aklına çok ilginç gelmişti. Elini biraz daha çamura batırıp minik parmaklarıyla elbisesinin eteklerine birbirinden alakasız ve aptalca şekiller çizdi, amacı bundan çok hoşlanıyor gibi görünüp annesini deli etmekti. Etmişti de. Sarışın kadın kollarını göğüs hizasında kavuşturmuş ve kaşlarını çatmış, sol ayağındaki ayakkabısının topuğunu hızla yere vuruyordu. Bu onun sinirli anlarında takınmaktan vazgeçmediği klişe tavırlarıydı. Joana onu yine kızdırmak için yeni kötü çocuk davranışları geliştiriyordu kafasında. Uğraştığı şeyi hemen bırakıp annesinin kızgın suratına baktı, sinirlendiği zaman çok komik oluyordu. Hemen yüzünü buruşturdu, gözlerini kıstı ve ona, onu suçlar gibi bakmaya başladı. Kadın neye uğradığını şaşırmış olsa da kendisinden taviz vermedi. “Ne demek istiyorsun?” Elinde olmadan kıkırdadı. Annesi aptal bir kadın değildi, ama verdiği zararları, yıktığı umutları anlamaya gelince iş, evet, bu konuda kesinlikle bir anlama geriliği vardı. Joana oynadığı oyundan sıkıldı ve son kez konuşmak için ayağa kalktı. Ellerindeki çamur kurumuş olduğundan onları birbirine sürterek az da olsa temizlenmeye çalıştı. Buruşmuş elbisesini de çekiştirdikten sonra annesinin yanına geçti. Sol elini kaldırıp onun koluna koydu ve son kez içinden geçenleri söyleme cesareti yakaladı. “Bana yanlışı öğretmedin ki doğruyu diğerlerinden ayırt edebileyim.” Ardından evine doğru yürümeye başladı ama onu durduran bir şey vardı. Artık görkemli malikânelerinin yanındaki geniş bahçede değildi.
Güneşe bakıyordu. Batmış olan güneşe. Dalgalar artık eskisi kadar hiddetli değildi, karanlık, sakinleştirmiş -ya da korkutmuş- olmalıydı onları. Karanlık, Güneş’in eski sevgilisiydi, o yüzden bu kadar peşinde dolanıyordu onun. Güneşse, karanlığın onu aramak için başka bir yerlere gidişinin ardından şu anki sevgilisiyle mutlu pozlar veriyordu kendisini izleyen gözlere. Onun bile ihtiyacı vardı ilgiye. “Peki ya ben?” diye soru Joana, evrene. “Benim niye bu kadar ihtiyacım var ilgiye?” Bu soruya cevap veren de aniden bastıran yağmur oldu. Herkes kendi sorusuna cevap vermekten acizdi. Joana bile sorularını evrene yöneltecek kadar karıştırmıştı kafasını. Yağmurdan nefret ediyordu, çağrıştırdığı tek şey gök gürültüsüydü. Kız kardeşi gök gürültüsünden deli gibi korkuyordu, evlerinde geçirdikleri böyle yağmurlu bir gecede kardeşi korkusunun verdiği çılgınlıkla bacaklarını ve kollarını ölesiye sıkmaktan yara bere içinde bırakmıştı. Oturduğu çimlerin üzerinden hızlıca kalkarken en azından bu geceyi gök gürültüsü olmadan geçirmeyi diledi, aynı ana tekrar tanık olmak istemiyordu. Düşündü. Kardeşini düşündüğü kadar, kardeşi onu düşünüyor muydu acaba? Cevabı bu sefer kendisi verdi. Yağan yağmurun altında, hırkasına sıkıca sarılmış kulelere doğru yola çıkmışken yanında kimse yoktu.
Yalnız kalmıştı. Güneş battı, ay çıktı, yıldızlar çoğaldı. Yapayalnızdı.
| |
| | | Aphrodis Audrey Phyllis Slytherin V. Sınıf | Yönetici
Mesaj Sayısı : 94 Kayıt tarihi : 18/05/12
| Konu: Geri: Bakanlık Alımları Salı Haz. 12, 2012 5:24 pm | |
| | |
| | | | Bakanlık Alımları | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|